15×23 cm boyutunda tam 402 sayfa bir roman! Bu, kitap kurtlarına, okumayı sevenlere ve benim şuan ki düşünceme göre ortalama sayılabilecek bir kitap boyutu ve sayfası. Amma ve lakin, okumayı çok sevmeyenler ve benim 14 yaşım için “bu kitap okunmaz” dedirtecek türden bir kitap boyutu ve sayfa sayısı.
Merakınızı gidermek için söyleyeyim aslında ben kitap okumayı hiç sevmezdim. Daha doğrusu hep bir hevesle başlar, sıkılır sonra kitabı bitirmeden bırakırdım. Başlık sizi yanıltmasın. Patasana benim ilk romanım değil. Öncesinde yarım kalmış bir sürü roman elimden geçti maalesef. Patasana benim ilk göz ağrım! Çünkü sonuna kadar okuduğum ilk romanım. Bana polisiyeyi sevdiren ilk kitap. Daha çok kitap okumaya ve kitapların sonunu getirmeye Patasana ile başladım. Bu sebeple bu romanın benim için ayrı bir yeri var. “İkinci kez okur musun?” sorusuna düşünmeden “Evet!” diyeceğim kitap.
Arkadaş önerisi üzerine aldığım ve nasıl bitireceğim konusunda düşünüp durduğum onlarca kitaptan biri aslında.
İlk okuma isteği kıpırtısını kitabın ana karakteri ağzından yazılmış arka kapaktaki tanıtım notu ile hissettim. Şöyle diyordu notta ana karakter,
“Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı. Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı seçen, yeryüzünün en onursuz erkeği. Erkeklerin yüz karası. Aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, ‘Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,’ yazılan Saray Başyazmanı Patasana.”
Tam olarak bir insanın kendini eleştirmesinin ne kadar iyi hissettirebileceğini düşünmüştüm. (O zamandan belliymiş beni mutlu edecek şey ) Patasana kendini aşağılıyordu! Karakterini, yaptıklarını, yapamadıklarını aşağılıyordu, kabulleniyordu aslında nasıl bir insan olduğunu. Bu güzel hisse ve heyecana rağmen ilk bölümü biraz ön yargı kırıntısı biraz da sıkılma duygusuyla okumuştum. Sonrası ise benim için inanılmazdı ve iki kelimeyle “okumadan duramadım”.
Roman temel olarak Hitit kralının başyazmanı olan Patasana’nın yaşadıklarını anlatıyor aslında. Fakat romanı tarih kitabı niteliğinde bir roman olarak düşünmeyin. Ahmet Ümit’in kitaplarında rastladığınız iki farklı konu – iki farklı kitap hissi bu kitapta da var ve bu his kesinlikle sizi okumaya sevk ediyor. Tam sıkıldığınızı düşündüğünüz noktada sizi farklı olaylar ve karakterler zincirine sokuyor ve işte tam o anda, mola verip vermeme arasında kalıyorsunuz. Bu kitapta “o an”ı yaşadığınızda mola vermemeyi seçiyor okumaya devam ediyorsunuz. Sözün kısası kitapta iki farklı zaman ve her zaman diliminin ayrı karakterleri , ayrı kurgusu ve olaylar zinciri var. Bölüm olarak anlatılan kısımlarda bir arkeolog ekibinin Gaziantep yakınlarındaki bir Antik Hitit kentinde yaptığı kazı çalışmaları ve yaşadığı olaylar dizisi, tablet olarak geçen kısımlarda ise bu kazı ekibinin bulduğu tabletlerde geçen olaylar dizisi anlatılıyor. Kitabın tarih, entrika ve aşk kokan kısımları tabletlerde geçerken, polisiye ve gizem kısımları bölümler halinde verilen kazı ekibinin yaşadıklarında veriliyor.
Bu kitap yüzünden annemle tartıştığımı hatırlıyorum :). Aralıksız kitabı okuyordum ve yemek saatlerini kaçırıyordum. Bu kitabı okurken öğle yemeği yediğimi hatırlamıyorum . Düşünüyorum da acaba şimdi tekrar okusam aynı şeyleri hisseder miyim? Düşüne biliyor musunuz, o zamanlarda pek kitap okumayı sevmeyen ve çoğu kitabı yarıda bırakan biri olarak bu romanı tam 4 günde bitirmiştim o yaştaki ve düşüncedeki ben için çok büyük başarı
Hepinize iyi okumalar,