Düşünür, düşünür içinden çıkamazsınız işin bazen. Özellikle mesleğiniz yaratıcı olmanızı gerektiriyorsa ya da fark yaratan bir iş çıkarmak zorundaysanız… İlginç fikirler ortaya koymak durumundasınızdır ve maalesef bu her zaman başarabildiğiniz bir durum değildir. Adına ilham dediğimiz o soyut kavramın mutlaka bizimle olması gerektiğini düşünürüz ve her neyle ilgili olursa olsun ilham yanımıza ilişip oturduğunda mutlaka güzel işler çıkarırız.

Peki, ilham gelir mi?
Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı… Rüzgâr, elma ağaçlarının tepesinde dans ediyor, yaprakların alkışlarıyla kendinden geçiyordu… Elindeki fındığı büyük bir ustalıkla kırıp, çıkan dolgun yemişi süratle kemirip bitirdikten sonra yeni yemişlere doğru bir oyana bir buyana zıplayarak gözden kayboluyordu, kestane renkli sincap… Her zamanki gibi berrak bir yaz günüydü köyde… Saat henüz sabahın 6’sıydı ve gün çoktan doğmuştu… Güneş yatak odamın penceresinden göz kırpıyor kalkmam için bana kur yapıyordu… Yün yorganın ağırlığı ile yatağa daha da çok gömülmüş vücudum yeni yeni kendine geliyordu. Annem çoktan kalkmış olmalıydı. Yine her zamanki gibi kalkar kalkmaz odama girmiş ve penceremi açmıştı. Yataktan kalktım. Pencerenin önüne geçtim, kuşların neşeli cıvıltılarını dinlerken var gücümle içime çektim havayı… Ciğerimdeki her bir hava kesesine yetecek kadar oksijeni doldurdum göğsüme. Bu sırada annemin mis gibi kokan talazlamasının* kokusu sinsice içeri girdi burnumdan… Dudaklarım vücudumdan bağımsız gülümsedi. Sonra…
Sonra mı? Arkamdan gelen dolmuşun kornası ile kendime geldim. Avcılar’ın ara sokaklarında üniversiteye doğru giderken, bir dakikalığına daldığım, düşüncelerden uyandım. Randevuma da geç kalmıştım üstelik.
*Talazlama; domates, patlıcan ve biberin kızartılmış birleşimine benim köyümde verilen ad.
Geçtiğimiz Perşembe günü okula giderken hatırladım köyümdeki çocukluk günlerimi. O kadar kaptırmışım ki, kendime geldiğimde gülümseyerek yürüdüğümü fark ettim. Neydi bu şimdi?
Yukarıdaki giriş yazısı size bir klasik edebiyat romanından alınmış gibi gelebilir. Okuduğumda bana öyle geldi çünkü. Yaptığım ise, çocukluğumda neredeyse rutin olan bir sabahı almak ve yorumlamak oldu. Hatırladığım bu anım üzerine, yazabileceğim hikâye fikirleri peş peşe sıralandı. İlham okula kadar benimle yürümeye karar vermiş olmalıydı. Onun keyfine mi bağlıydı her şey. Gelmesini beklemek yerine onu yakalayamaz mıyız peki?
Bu yazımda sizlere ilhamı nasıl yakalayacağımız ile ilgili bilgiler vereceğim. Tabi ki bu bilgiler bilimsel araştırma ile kesinliği kanıtlanmış bilgiler değil! Bu bilgiler kendi hayatımda güzel işler çıkardığımda ya da herhangi bir konu da başarılı olduğumda ilhamı nasıl yakaladığımı anlatan türden bilgiler olacak. Hazırsanız başlıyoruz!
- Beş Duyu Organımıza Dikkat
Sevdiğimiz kitapları şöyle bir hatırlayacak olursak aslında ne kadar farklı konularda, alanlarda ya da türlerde olsalar da hepsinin önemli bir ortak noktası var aslında. Bu kitapları okurken olaylar, durumlar ya da karakterler gözümüzde canlanıyor ve kendimizi kitabın içinde bir yerlerde bulabiliyoruz. Sanki kitabın görünmez karakteriyiz ve her sayfada olaylara eşlik ediyoruz. Kimi zaman ağlıyor, kimi zaman kahkahalara boğuluyoruz. Kimi zaman ise şevk ve arzu ile doluyoruz.
Başarılı kitap yazarlarının bunu sağlayabilmelerinin bence en önemli sebebi harika bir gözlemci ve deneyimci olmalarıdır. Yaşadığı olayları beş duyu organlarının her biriyle deneyimlemeleridir. Sizler de eğer yazılarınızda anlattıklarınızı okuyucularınıza sanki onlar yaşamış gibi hissettirmek istiyorsanız. Duyduğunuz seslerden, gördüğünüz manzaraya, kokladığınız kokulardan, tattığınız tatlara ve dokunduğunuz her şeye dikkat etmeli ve farkında olmalısınız. Her bir hissi ayırt etmeli ve bir gün sadece birer anı olacak bu deneyimleri zihinlerinize bu farkındalık ve hisse doymuşlukla kaydetmelisiniz. Bir durumu etkileyici bir biçimde betimlemenin ve karşıya bu durumu yaşatmanın yolu duyu organlarınızı köreltmeden kullanmaktan geçer.
- Ruh Hallerimiz Düşündüğümüzden Daha Önemli
Kusurlu bir düzenin içinde saf mutluluğu yaşamak imkânsızdır. Mutlaka işler karışır, mutlaka hatalar yapılır ve mutlaka hüzün vardır hayatımızda. Sizi bilmem ama ben, gerçek olamayacak kadar mükemmel olan kitaplardan sıkılırım. Toplum olarak da seçimlerimizde gerçekçilik kavramı gereğince kendi yaşantımıza en yakın olan kitapları, filmleri, dizileri ya da programları seçeriz ve her birimizin hayatı farklı ruh hallerimizin toplamıdır. Mutlu sonları herkes sever ama tamamı mutlulukla geçen hikâyeler sıkar bizi. Bazen dram isteriz, bazen heyecan, bazen ağlamak isteriz, bazen de kahkahalara gülmek. Bir hikâye bize tüm bu duyguları yaşatıyorsa âşık oluruz ona.
Sadece mutlu iken verimli olmaz insan… Okuduğumuz romanlar yazarlarının ruh hallerinin aynasıdır. Hayatında hüzün olmayan birinin dramatik bir kitap yazdığını varsayın. Ne kadar sığ olur düşünsenize. Ya da tam tersi, hayatı zorluklarla, hüzünlerle geçmiş bir yazarın size mizahi bir eser sunduğunu düşünün. İnsan tatmadığı bir duyguyu kolay kolay karşıya geçiremez. Özlemini duyduğu hayatın hayalini sizlerle paylaşabilir sadece.
Her ruh hali farklı güzellikleri ortaya çıkarır bizde. Önemli olan tek birine gereğinden fazla bağlı kalmamaktır. Eğer değişik türlerde yazılar yazmaya çalışıyorsanız. Beş duyu organınızla tüm ruh hallerinizi iliklerinize kadar yaşayın. Korkmayın üzgün olmaktan, acı çekmekten… Tedirgin etmesin sizi gülmek, mutlu olmak. Pişmanlığınızı yaşayın sonuna kadar, bazen zayıf hissedin kendinizi.
Tüm ruh hallerinizin sonsuza kadar sürmeyeceğini bilin ve her halinizden faydalanmaya çalışın.
- Empati Kurmak
Nedendir bilinmez, sadece zor durumda olan, yardıma muhtaç ya da mutsuz insanlarla empati kurma zorunluluğu hissederiz ya da öyle yapmamız gerektiği söylenir bize. Sanki empati kurmanın anlamı hüzün, acı, muhtaçlık gibi kavramları anlamakmış gibi. Oysa paylaşmaktır aslında empati. Karşınızdaki insanın her ruh halini paylaşmak ve ona destek olup onu anlayabilmektir. Sadece eşiniz dostunuz ile değil izlediğiniz bir filmdeki herhangi bir karakter ile bile empati kurabilirsiniz.
Eğer hayatınızda hiç acı çekmediyseniz ya da hüzün nedir bilmiyorsanız bu duyguları ancak empati kurarak anlayabilirsiniz. İlla acıların çocuğunu bulmanıza ya da harikalar diyarına gitmenize gerek yok üstelik. Kitaplar var ellerinizin altında; bin bir çeşit duygunun işlendiği binlerce karaktere hayatın verildiği… Filmler izleyin, tiyatrolara gidin hayatınızda empati kuracağınız insanlarınız yoksa. Anlamaya çalışın karşınızdaki kim olursa olsun. Yaydığı enerjiyi, içinde bulunduğu ruh halini, duygularını anlayın. Büyük başarıya ulaşmış arkadaşınıza bakın sanki siz başarmışsınız gibi düşünün heyecanını hissedin, mutlu olun… Sevdiği birini kaybetmiş yakınınızın hüznünü görün kalbinizle, sizde nefessiz kalın onunla, ağlayın kaybettiğiniz sevdiğinize, yalnızlığınıza…
Hayatında tüm ruh hallerinin yaşamamış bir kişinin bu halleri anlamak için yegane yoldur empati kurmak.
- Her Yaşın Ayrı Meyvesi Var Unutmayın
Erken ya da geç düşüncelerini çıkarın akıllarınızdan. Hiçbir şey için erken ya da geç değil. Hayatının hangi döneminde olursa olsun kazanabileceğin ve insanlara aktarabileceğin farklı güzellikler var unutma! Çocukluğunda hayallerin, korkusuzluğun; gençliğinde enerjin, heyecanın; 30unda planların, arzun, ideallerin; 60ında tecrübelerin, dinginliğin, öngörün var. Yaşın ne olursa olsun sen sensin! Ve sen 7inde neysen 70inde de osun! Bu yüzden içindeki sesi dinle ve harekete geç. Her yaşın kurgusu, duygusu farklıdır yeter ki sen hep sen olmaya devam et!
- İçinizdeki Çılgını Susturmayın
Çoğumuz belirli kalıplara sığdırılmaya çalışılıyoruz. Artık bunun için kimsenin uğraşmasına bile gerek yok üstelik. O kalıplara girmek için bizler gönüllüyüz. İtirazsız, “neden?” leri olmayan insanlarız. O kalıplara sığmayanlar ise, hayalperestler, yazarlar, yönetmenler, senaristler… Bizler etrafımızdaki insanların takdirini toplamak için tekdüze insanlar olma yolunda ilerlerken onlar içlerindeki sesin sahibi olan çılgına kulak veriyorlar. Sınırlarını aşıyorlar ve tekdüze insanlar için hayatın renklerini bize hatırlatmaya, kalıplarımızı parçalamamız için bizlere yardım etmeye çalışıyorlar. Siz de parçalayın kalıplarınızı! İçinizdeki çılgını dinleyin… Eğer ben sizlerle burada buluşuyorsam içimdeki o çılgın sayesinde. O olmasa kendi dünyamda mecburen kaybolmuş bir mühendis olarak kalıbımın içinde yaşayacaktım…
İlhamı siz değil içinizdeki çılgın yakalar ve dâhiyane fikirleri hayata geçirmek bu çılgına kulak vermekten geçer.
güzel yazı sayfama beklerim 🙂